KAVRAMLARDA EŞÖLÇÜMSÜZLÜK
Euklides, Öğeler, Kitap 10, Tanım 1. "Aynı ölçü ile
ölçülen büyüklüklerin eşölçümlü ve herhangi bir ortak ölçüsü olamayanların eşölçümsüz oldukları söylenir."
Eşölçümlülük terimi ölçülen şeyler için ortak bir birimi ve böylece birbirlerinin terimlerinde niceleştirilebilir olmayı anlatır. Başlıca Doğanın kavramlarına uygulanan terim Tinin kavramlarına uygulanınca plastikleşir, yöntemsiz bilince gereksindiği gevşeklik için bir haklılık zemini kazandırır. Örneğin Devim, Kuvvet, Özdek gibi doğabilim kavramlarının sözde eşölçümlülüğünün aralarında ortak bir niceyi imlemesi, ve eşölçümsüzlüklerinin böyle ortak bir nicenin olmadığını imlemesi gerekir. Kavramlar hiç kuşkusuz salt ölçülebilir olmaktan daha başka nitelikler de taşır.
Bir kavram salt kendinde olduğu gibi alındığında, örneğin özdek salt özdek olarak, kuvvet salt kuvvet olarak vb. alındığında, bu kavramlar hangi kuram, hangi paradigma, hangi açıklama içinde kullanılırsa kullanılsın aralarında bir eşölçümsüzlüğün bulunduğu söylenemez. Bu soyutlukları içinde onları değil "ölçmek" için, birbirinden ayırdetmek için bile bir ayrım kapsamazlar. Biricik ayrım tanımladıkları deneyim, gözlem, realite, olgu ya da paradigma, kuram vb. içinde iken aralarındaki bağıntıların ayrımıdır. Bağıntıların değişim süreci "bilimsel süreklilik" ya da "bilim tarihi" dediğimiz şeydir. Bu hiç kuşkusuz nicelik ya da ölçüm problemi değildir. Soyutluğu ya da kendine-özdeşliği içindeki kavramda değişecek hiçbirşey yoktur. Kavram yadsınıp yerine "kültürel tasarım" geçirildiği zaman, orada ussallığın aranması ve tartışılması bütünüyle gereksizleşir, çünkü ussallık kavramın işlevinden başka birşey değildir.
Thomas Kuhn (1922–1996) bilimsel devrimleri birbirleri ile eşölçümsüz paradigma değişimleri olarak yorumladı. Paradigma 'bilimsel topluluk' adını verdiği küme tarafından nesnel olarak kabul edilen bir kuramsal yapı değil, tersine öznel olarak, kurumsal olarak, giderek geleneksel olarak savunulan, inanılan ve kabul edilen bir görüş ya da açıklama dizgesidir.
Thomas Kuhn bilimin toplumsal olarak, kültürel olarak koşullandırılmakta olduğunu düşünür. Bu görüş daha önce, 1949'da, Max Planck tarafından da bildirilmişti:
''Yeni bir bilimsel gerçeklik ona karşı çıkanları inandırarak ve ışığı görmelerini sağlayarak değil, ama dahaçok karşı çıkanların sonunda ölmeleri ve yeni gerçeklik ile tanışık olan yeni bir kuşağın yetişmesiyle utku kazanır."
Thomas Kuhn bu olgudan yapılamayacak olanı yapar, Kavramların yalnızca toplumsal kurgular olduğu sonucunu çıkarır.
Tekil olgulara dayanarak genel sonuçlar çıkarmak pozitivizm dediğimiz şeydir. Sorun Thomas Kuhn'u sınıflandırmak değildir. Ama Thomas Kuhn bilimsel araştırmada paradigmalardan daha iyisinin bulunabileceğini kabul etmeyi istemez, tersine bu kültürel modelleri bilimin asıl karakterini belirleyen şeyler olarak görür. Böylece bilimsel gelişim ve süreklilik kavramları silinir ve bilim bütünlüğünü yitirir. Gerçekte, Thomas Kuhn'un kitabının başlığı da tutarsızlaşır, çünkü bir "devrim" bile sürekliliği, süreci, bir geçişe izin veren bir tür "eşölçümlülüğü" gerektirir.
Kuhn'un bilim tarihinde sürekliliği yadsımasının genel olarak ilerleme ve birikim olgusunu geçersiz kılmasına karşın, yalnızca doğrusal bir ilerleme görüşünü reddettiği düşünülür (örneğin 'sarmal' ya da başka türden bir ilerleme biçimini doğruladığı düşünülebilir). Süreçte bilimsel gerçeklikler olarak kabul edilen bakış açılarının gerçekte bilimsel toplulukların uylaşımları oldukları çıkarsaması bu öncül üzerine haklı çıkarsamadır. Ama Thomas Kuhn böylece yalnızca 'süreç' kavramının kendisini çürütmekle kalmaz, bilim tarihinde nesnelliğin aslında öznellik olduğunu ileri sürer.
Thomas Kuhn bilimsel toplulukların bilincindeki Realitenin kendinde-Realite olmadığını keşfetmenin heyecanını da yaşar. The Structure of Scientific Revolutions'da Kuhn'a göre "bilim tarihçisi paradigmalar değiştiği zaman onlarla birlikte dünyanın kendisinin değiştiğini haykırmaya itilebilir" :: "the historian of science may be tempted to exclaim that when paradigms change, the world itself changes with them" (1996, s.111). Dünyanın kendinde olduğu gibi kalmayı sürdürmesi olgusu bir yana, paradigmaların değişimi hiç kuşkusuz öznel deneyimlerin değişimidir ve deneyimlerin yanlış mı yoksa yalnızca yanılsamalar mı oldukları ayrımı özsel önem taşır. Birincisi bilgiye bir olanak olarak izin verirken, ikincisi Kavramların saltık olarak öznel olduğunu ve onlara karşılık düşen bir realitenin olmadığını imler. Eğer 'öznel bilgi' gibi birşeyden söz edebilirsek, bu Kant felsefesine ve fenomenolojistlere aittir. Burada eşölçümsüzlük çok daha güçlü bir anlam kazanır ve idealite ve realitenin, düşünce ve varlığın ilişkisizliğini anlatır. |